O Filmler


Hani o filmlerde, hüzünlü adam yürüyüşü vardır ya… bir şey yaşar, bir hüzünlenir atar kendini yollara, arkada bir müzik tıngırdamaya başlar – hüzünlü bir tıngırtı – o kadar karmaşanın içerisinde hiçbir şeyi umursamadan yürür. Filmin bir bölümünü bu hüzünlü adam yürüyüşü alır. Bu sahnede, izleyiciyi alır o hüzünlü yürüyüşü yapan adam. Filmin sondan bir ya da iki önceki aşamasıdır bu… çok acayiptir, pek gariptir…
Bugün, bu hüzünlü adam yürüyüşünü yapmak için çıktım yola. Hüzün kaynağı bir olayım, sağ olsun fon müziğim Oasis, attım kendimi yola. Aslında fon müziği için kendime teşekkür etmeliyim. Çünkü yola çıkmadan önce mp3 çaların içerisinde bulunan klasörlere Oasis’i ben ekledim…
Müziğimle birlikte, o eller cepte, boyun bükük ve ayağımı her an için yolda karşıma çıkan boş bir kutuya sallamaya hazır bir şekilde yürümeye başladım. Nedendir bilmem yol boyunca yerde bir tane boş kutu çıkmadı karşıma, ayağımı salladığım tek şey boş bir poşet oldu. Ayakkabım poşetin içine girince, ayağımı biraz daha sallamak zorunda kaldım… ama yürüyüşüme devam ettim.
Sonra her hüzünlü adam yürüyüşünü yapan biri gibi bir araca bindim. Metrobüse binip en arka koltuklara bakan ve ters duran ikili koltuğa oturdum. Hüzünlü sahnelerde olduğu gibi camdaki yansımama bakarak yolculuğuma devam ettim… ama gözlerim kapanmış ve uyumuşum… uyandığımda inmem gereken durağa -son duraktı- iki durak kalmıştı. Hüzünlü adam olarak yansımama bakamadığım için bari araçtan son inen insan olayım dedim. Son durakta metrobüs durduğunda ağır ağır herkesin inmesini bekleyip ayağa kalktım. Ama işte ters duran koltuklarda oturduğum için yanıldım. İnerken, son durağın burası olduğunu bilmeyen iki üç kişi anlamsızca birbirlerine bakıyorlardı… Öyle kapıdan çıkıverdim…
Sonra gideceğim yere gittim. Hüzünlü adam olarak ortamda fark edilmemem gerekiyordu. Her hüzünlü adamın kalabalığı içine girdiği sahneden olduğu gibi.. Fark edilmemek bir yana bir çok kişi tarafından tanınmamış olmak biraz daha hüzünlü yaptı sanırım beni… diğer taraftan buna memnun olmuştum aslında.
Ortamı bir süre sonra terk edip, başka bir hüzünlü adam sahnesine doğru yola koyuldum. Tramvay istasyonunda, yine ellerim ceplerimde, kulaklıklarım kulağımda, fon müziğimle birlikte tramvayı bekliyordum. Hem de reklam panolarından birine yaslanmış hafif bir yan duruş ile… Tam o hüzünlü adam sahnelerinde olan havayı yakaladım derken, durağın yanlış tarafında beklediğimi fark ettim. Arkamda kapılarını açmış bekleyen tramvaya zor attım kendimi… yine olmamıştı..
Tramvaydan inip tekrar metrobüse binecektim. Birden yolun kenarında nohut-pilav satan adamı fark ettim. Kulaklığımı çıkartıp, yanına sokulup, “hocam, bir tane versene.” dedim. Sonra, “Biter mi hepsi?” diye sordum. Bana doğru bakıp, “Biterse erkenden eve giderim.” dedi… “Ya bitmezse?” diye başka bir soru sordum… “O zaman sabah karşı bir tane yemenin keyfini yaşarım.” dedi. Genelde hüzünlü adam yürüyüşü sırasında, bir diyalog ya da benzer bir temas varsa, hüzünlü adam için endişelenir insanlar… Ama bu adam benim için endişelenmiş görünmüyordu… Hatta ben onun için endişelenmiştim.
Kafam karışık bir şekilde tekrar metrobüse bindim. Yine aynı yerde oturuyordum. Hüzünlü adam yürüyüşümü düşünüyordum. Üstelik dönüş yolculuğunda hava kararmıştı. Bu sahnenin arkasından bir şeyler olabilir mi? diye düşünmekteydim… Bir taraftan da nedense tam olarak filmlerdeki yürüyüş gibi olmadığını düşünüyordum.
Oysa ki filmlerdeki hüzünlü adamın yaptığı gibi yapmaya çalışmıştım her şeyi… Telefona sarılıp, Mythbusters’ı aradım. “Abi bu filmlerde olan hüzünlü adam yürüyüşü sahneleri öyle değil.” dedim ve anlattım. “Çoğzel, çektin mi kameraya?” diye sordular… “Yok abi, ama bu aralar yine yapabilirim bunu gelin çekin.” dedim. Onlar da bana “segege” dediler… Anlamadım ama neyse.
“Efenim, filmlerdeki gibi değil. Kandırıyorlar bizi…” demek istiyorum ama ne göründüğü gibi ki? ne göründüğü gibi?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bence...