Dip not değil, en tepede duran, pek önemli okunmazsa olmayacak bir not… Bu yazının kendisi yine “eskiler” sınıfında. Bir çocukluk hatırasını konu alan yazıyı, yaklaşık 7 ya da 8 yıl önce yazmışım bir yerlere…
Yarış (Bu Başlık!)
hatıralar..198..-20..
Evet küçük bir çocuktum…yaklaşık 6 yaşındaydım…Pek net hatırlayamadığım yıllar olsa bile anlatacağım hikayeyi çok iyi hatırlıyorum… Hiç unutmam… Güneşli ya da benzer bir gündü. Havanın açık olduğundan eminim…
Yine gözlerimi kısarak sağı solu kolaçan ediyordum. Pek sık yaptığım bir şeydi küçükken. Belki bir malzeme çıkar! Bir şeyler yaparız…
O gün yine hayata dair hatırladığım ilk arkadaşımı gidip evinden çağırdım. İlkel bir metot olarak görebilirsiniz ama gidip balkonlarının altında bağırdım durdum. Böyle haberleşirdik biz. Balkona çıktı ve iki dakika sonra aşağı indi.
Yeni bir güne başlamanın heyecanı ile mahallemizin bayırını tırmanmaya koyulduk.
Gerçekten hoş bir egimi vardı. Kar yağınca kaymaya izin verecek kadar eğimli. Aşağı koşarken hızlanabilmek için güzel bir eğim.
Tepeye tırmanırken yine gündem misket sayısı ve dün maçtan sonra patlayan topun enkazını nereye sakladığımızla ilgiliydi.
(bi süre sonra o topun patlak hali ile ile biz oynardık.) Çünkü her zaman yeni bir top almaya paramız olmazdı.
Arkadaşımın elinde yine kılıç gibi taşıdığı bi sopa vardı…Ne zaman eline almıştı fark etmemiştim bile. Tepeye vardığımızda biraz soluklanıp kenardaki ağacın gölgesine oturduk. Konuşacaklarımızı, hayallerimizle süsleyerek devam ettik.. Hep yapardık -çocuk işte-
Arkadaşım sopayla toprağı döverken aniden “hadi yarışalım” dedi. Oysa ki ben ağaçlara tırmanıp, o olmamış zeytinleri toplayıp birileriyle savaşırdık diye düşünüyordum. Ama yarış da fena fikir değildi hani! Kabul ettim…
Tepeden başlayacaktık, yaklaşık 35 metre kadar uzanan bu eğimli kulvarda birbirimize üstünlük sağlamaya çalışacaktık. Kilo avantajım vardı -daha zayıftım- ve o gün en sevdiğim mavi şortum vardı üzerimde, onunla şansım hep yaver giderdi.
Heyecanlı değildik. Her zaman yaptığımız bir şeydi yarışmak. Yine bir yarış işte…
O elinde,sopa ile koşacağını söylediğinde umursamadım. Artık kazanacağımdan daha emin pozisyonumu aldım. Beraberce tepede saymaya başladık. 1, 2 ve 3…
Koşmaya başladığımızda her şey yolundaydı. Biraz hızlandıktan sonra onu geçecektim. Bir süre yan yana koştuk. O, elindeki sopayla hayli zorlanıyordu. Arkadaşımı geçmemem için hiçbir sebep yoktu.
Ta ki elindeki sopa, benim bacaklarımın arasına girene kadar.
O anda döner bir cismin ne demek olduğunu her açıdan kavradım. Kesinlikle acı verici… Ayrıca dönerken ya da yuvarlanırken etrafı görmek oldukça zor… Bir gördüğünüzü tekrar görebilmeniz için bir tur atmanız gerekiyor. O sırada kafanızı pek oynatmanız biraz zor…
Ama kulaklarda sorun yok. Her şeyi duyabiliyorsunuz. Eğer yuvarlanırken bağırmazsanız daha net.
Kaç tur attım bilmiyorum… Ama yuvarlanırken dahi bir süre yarıştan kopmadım. Yanımda koşuyordu hala… Sadece sopayı bırakmıştı ya da zorunda kalmıştı…
Sonunda durdum… Artık kulvarın dışındaydım. Kaldırım taşlarına paralel uzanmıştım. Neden bilmem, cenin pozisyonuna istem dışı bir hareketle geçivermiştim. 6 yaşında olmasam ağlamazdım ama yaşım gereği haber verme amaçlı bağırarak ağladım. Sesime ilk cevap veren, kadim dost biricik arkadaşım oldu.
“n’oldu lan niye düştün?”
Ardından bir ses “çekil bakayım..ahh canım n’oldu sana..”
Evet, komşumuzun kızıydı bu. Ağlamayı kesmedim tabii ki. O sırada anlamsız karizma olaylarına giremezdim. Ayağa kalkmama yardım etti. Sonra da eve kadar sekmeme.
O gün ayağımdan neredeyse 1 sürahi (2 litrelik olanlardan) kan aktı… Abartıyor gibi gözükebilirim. Ama hayır! Tam 6 yaşındaydım… Kendimden o kadar eminim. Komşumuzun o iyi yürekli kızı beni eve kadar götürdü. Anneme raporu da verdi hemen. “yarışırken düşmüş… bık bık”‘ ne kadar boşboğaz biri… Oysa bir hikaye yazma fırsatım vardı…
Evet, kaçınılmaz anne tepkisi…
Kısa diyalogları atlayarak ilk yardım kısmına geleyim… Acı acı acı… Tentürdiyot ya da her neyse… Hiçbir zaman sevmedim bıraktığı bok rengi izi de kendisini de… Mikropları öldürecekmiş… Mikrop ne ki! Sadece 6 yaşındayım ben…
Yara önce kabuk bağladı sonra kabuk döküldü ve iyileşti… Ama bu süreç içinde ben çoktan sokaklara dönmüştüm… Önceleri futbolcu kağıtları ile oynamaya başladım sonra misket sonra zeytin savaşı ve futbol… En sonunda tekrar pistlere döndüm…
Tabii ki inşaattan kuma atlama olaylarını da es geçmedim…
O arkadaşımı en son lise-2 de gördüm çok değişmişti… Koşup oynadığımız günlerdeki gibi değildik. Bu sefer bir yerde yemek yiyorduk…
Tuzluk mu?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Bence...