Borç

Huzur arayan retro saçlı arkadaşım benim, seni gecenin bu vakti ne kadar özledim bilemezsin... O isyan bayraklarını göndere çekmeden önce ellerini havaya kaldırıp, "Lan bi huzur verin!" derken dişlerini gösterip ardından gülmeni hiç anlamamıştım zaten... 

Bu hareketi neden yaptığını anlamasam da ne zaman yapacağını o kadar iyi biliyordum ki, o dönemlerde sahip olduğum "Celeron 1.7" işlemcili bilgisayarımı ortaya koyardım. Hala koyarım...

Ne bok yediği belli olmayan bu değerli insanla, sudan ucuz olduğuna kanaat getirdiğimiz şarapları stoklar ve günlerce yattığımız yerden tuvalete gidecek kadar enerji harcayarak zaman geçirirdik. Bu anlardan hiç birinde o isyan, hiçbirinde o serzeniş yoktu... olmamıştı...

Yaşanabilecek en gereksiz iki hayatın sahibi olarak, bir şekilde kendi kendimize yetecek, hayatta kalmamızı sağlayacak yatalaklığa ulaşmıştık. Yaşadığımız hayatın dışında kalan, kimilerinin "hayat" dedikleri şeye o kadar uzaktık ki, olur ya dışarı çıkarsak kendi kimliklerimizin dışında her bok olabiliyorduk.

İğne olmaktan çok korkan bu insanın yanında bir o kadar köpekten korkan benim gibi biri eklenince, hayatın bize oynayabileceği en büyük oyunun iğne yapabilen bir köpek olacağını biliyorduk. İğne yapabilen bir köpekten daha korkutucu bir şey yoktu hayatımızda... Öyle bir hayat yaşıyorduk! Huzura ne hacet!

Benim "hasan usta" tatlıları tadındaki bu arkadaşımın akıllara durgunluk veren uyku düzenine ayak uydurmak biraz zordu. Etrafında bu düzene ayak uydurabilen bir başka insan olunca çok şey anlatıyordu. Tüm bu anlatılanlar karşılıklı olunca insanlar tanıyor birbirlerini. Bir dönem o "Celeron 1.7" bilgisayar sadece bu arkadaşımın yazdıklarını "google"da aratıp, doğruluğunu araştırmakla meşguldü. Yavaş yavaş kıvama geldi tabii bu serbest atışlarında, en son görüştüğümüzde sabaha kadar oturup geyiklendikten sonra, iş arkadaşını arayıp hastaneye MR çektirmeye gideceğini söylemişti. Hikayesinin detaylarını verip sizi kurgularınızdan soğutmak istemem... 

Boş zamanlarını bankalarda dolanıp, sıra bekleyen ve bu esnada etrafta bulunan müşterilerle konuşarak geçiren iki insandık. Bu konuşmalardan sonra, telefon bankacılığına yönelen çok insan tanıyorum ben... Hatta "genel müdürle konuşacağım ben" diye yanımızdan ayrılan biri bile olmuştu...

14" monitörünün rengini, yumruklayarak ayarlamayı öğrendiğimiz gün, kulaklığının monitörden daha pahalı bir şey olduğunu fark etmemiştik. Kafamıza göre yaptığımız "cover" şarkılar bizim için hit oluyordu hep, başkası değil...

İşte böyle bir dünyada, dışarıdan gelen bir iletiye arada bir "Lan bi huzur verin!" diye çıkışırdı benim, tüm sınavlarının toplamı yüz olmayan arkadaşım...

Lan! ne huzuru? Zaten yaptığımız bir şey yok, yapacağımız bir şey yok... Yaptığımız tek işin, hiç bir bok yapmıyor olmamızın bahanelerini üretmek olduğu bir hayatta, ne diye huzur dilenelim! Gerçi hakkını yemeyelim, huzur dilemiyordu... Hiç bir şey dilemiyorduk...

Biraz kaçıyorduk işte... O kadar şeyin içerisinde, kendi yarattığımız yere kaçıp, gelmek isteyeni davet ediyorduk. Eğer birileri ya da bir şeyler kaçtığımız bu yerde, bizi rahat bırakmıyorsa... İşte o zaman "Lan bi huzur verin!" geliyordu...

Hayatım boyunca çok insan gördüm, kaçtığı yerde rahatsız edilen... Ama pek az insan tanıyorum, bu rahatsızlığını haykıran, ellerini havaya kaldırıp "Lan bi huzur verin!" diye bağırıp, ardından gülen...

Bu haykırıştan önce, neden kaçtığımıza bakmalıydık... Biz tersini yapmıştık, önce kaçıp sonra nedenini sormuştuk kendimize... En sonunda doğru sıralamanın bu olduğuna karar verdik zaten... Diğer türlüsü çalışmıyor, çünkü diğer türlüsü kaçırmıyor...

Böyle olduğuna bakmamak gerekir, istenilen huzurun kendisi değil...

Bu "Lale" için şimdi bir borç ödeme zamanı... 
"Lan bi huzur verin adama!"

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bence...