At-Sincabı ve Ölümden Dönen

... karanlığın içinde, üzerine oturacak bir kaya parçası buldu. Üstü yosun kaplı bu kayanın duvara bitişik olup olmadığını anlamak için el yordamıyla etrafını yokladı. Kayanın zeminle temas ettiği yerde küçük bir su sızıntısı vardı. Avucunda biriktirebildiği kadarını ağzına götürüp tadına baktı. Tanıdığı, bildiği sular gibi değildi ama içilebilirdi. Öyle yaptı...

... daha iyi bir yer yoktu. En azından bu mağaradan çıkmayacağı açıktı. Artık ilerlemeye gücü kalmadığından, kendine uykuya dalmak için uygun bir yer bulmak istemişti. İşte üzerinde oturduğu kaya parçası o yer olacaktı. Islanmış ayakkabılarını ve çoraplarını çıkarttı. Üzerinde kuru tutmayı başarabildiği pek bir şey yoktu...

... düşünmek en kötüsüydü ama elinden başka bir şey gelmiyordu. Düşündükçe uzaklaştı mağaradan. Bir çıkış olabileceğini hiç düşünmüyordu oysa. Üşümeye başlarken sevindi. Uykuda habersiz bir ölüm kadar değerli bir hediye bugüne kadar hiç almamıştı...

... düşünmeye çalıştığı şey "en son ne düşüneceği"ni bulmaktı. Hissizleşen ayaklarına dokununca artık yavaş yavaş sonunun geldiğini, düşünmesi gereken şeyleri daha hızlı düşünmesi gerektiğini anladı. Hız, sevmediği bir şeydi. Yavaşlamanın son düşüncesi olmasına gayret ederek, yavaşı düşünmeye başladı. Buraya kadar her şey yavaş yavaş olmuştu...

... derken hala onu bırakmamakta direnen duyuları, bir sesi kulağına kadar getirdi. Karanlık kör edici değildi. Yanına bir şey yaklaştığını duyuyordu. Belki yeterince yaklaşırsa bir silüet görebilmeyi umdu. Bir şey tarfından yenerek yok olma düşüncesi belirdiğinde, "şimdi değil" dedi kendi kendine...

... üzerine doğru gelen şey ayaklarını yalamaya başladığında birden irkildi. Hissetmiyordu ama artık görebiliyordu. Bu bir mağara at-sincabıydı. At-Sincabı, bir sincap büyüklüğünde, at toynaklarına ve kuyruğuna sahip garip bir hayvandı. Fakat ilginç olan bu mağara at-sincabının konuşuyor olmasıydı. Ölmeden önce algılarını bu denli yitirmek pek iyi bir şey değildi...

... Mağara at-sincabı ayaklarını yalamayı kesip, "bu böyle olmayacak olm! En iyisi ben senin ayaklarına sıçayım" dedi. Karşılık vermek için bir an duraksamış olsa da, kendini toparlayıp "dur! yapma!" dedi. İşte o anda at-sincabı, cevaplanması gereken soruyu sordu. "Yaşamak ister misin?"...

... At-sincabı işini bitirdikten bir süre sonra ayaklarını hissedebiliyordu artık. At-sincabının yanında getirdiği fındık-fıstık ve yosun karışımından oluşan bulamaçtan biraz tattı. Hayatında böyle ferahlatıcı bir yemek yememişti. Tekrar enerjisini toplayabildiğini ve yola devam edebileceğini düşündü. Tam doğrulmaya çalışırken at-sincabı önünde belirdi...

İşte hikaye burada başladı. At-sincabı ve ölümden dönen adam ilk kez bu mağarada karşılaştılar. At-sincabı, evrenin sırlarını çözmek için yüzyıllar önce harekete geçmiş gizli bir birliğin üyesiydi. Görevini tamamlayabilmek için yardıma ihtiyacı vardı. Bu yardım ancak ölümden dönen birinden gelebilirdi. İşte şimdi bu ölüm-dönüşü yapmış insanı bir görev adamı haline getirme zamanıydı.

At-sincabı öncelikle görevle ilgili oryantasyonu tamamlamalıydı. Fakat bu evrenin sırrı geyiğini bu mağarada yapamayacakları için küçük bir teklifte bulundu. Ölümden döneni mağaradan çıkartmaya karşılık, görevinde kendisine yardımcı olmasını istedi. Görev tamamlandıktan sonra istediği şeylerden oluşan 200 maddelik bir listeyi kendisine teslim edeceğini söyledi. 

Ölümden dönenin, gözü dönmüştü...

Bölüm 2 - Mağaradan Kaçış (çok yakında)
*yalan!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bence...