İnsanlığın büyük yürüyüşünden bahsetmek isterdim. İnsan topluluklarının birbirine paralel gelişimini, duvardaki ilk stencil tasarımlarına bakarak kavrayabilmemin, yüksek proteinli besin tüketmemle ilgili olduğuna dair bilimsel yaklaşım bir yanımdan dürtüp dursa da, olmuyor. Kendi küçük adımlarımın hesabını yapıyorum ben hala...
Adımlarım küçük, adımlarım sinsi... Sanki bir sincap gibi ya da sincap boyutlarında bir gergedan. Bilmiyorum belki bunlardan biri değildir de, artık son sıçrayışını yapmak üzere olan bir çekirgedir.
"Sıçrayış"
Beklenmeyen anlarda sıçrayan küçük bir çekirgenin hikayesidir bu dinleyeceğiniz. Ben, kılıç kuyruklu küçük bir meyve sineğiyim. Kankamdır çekirge. Atlar zıplarken, (evet burada atlar da zıplıyor) atlara eşlik eden çekirgeye bir şey söylemiştim.
"Olm, onlar at! Sen? Küçücük çekirgesin lan! Atlarla zıplamayı bırak da gel şurada bir yerde takılalım. Bizim dünyamıza boş yere microcosmos demediler."
Tam olarak bu olmasa da buna benzer bir kaç laf etmiştim. Dinlemedi...
Gitti çekirge.
"Kaçış"
Diğer çekirge arkadaşlarım artık bana kızmaya başlamışlardı. Tabi bu kızgınlığın bir sebebi vardı.
Yıllardır peşimi bırakmayan kılıç kuyruklu bir meyve sineğinin hikayesinden bahsettim size hiç? Küçük kanatlarıyla her yere süzülürdü. Yok oraya çıkalım, vay buraya tırmanalım... Teknik olarak yapamayacağımız işleri istemezdi ama yapısal olarak bana uygun olmayan şeylerdi bunlar. Ben bir çekirgeyim.
Günün birinde gizlice bir plan yapmak için atlarla buluştum. Bir süre, ben zıplarken bana eşlik etmelerini istedim. Dediğim gibi plan çok gizliydi...
Planımı hayata geçireceğim gün kılıç kuyruklu meyve sineği, bana tam olarak şunları söyledi;
"Olm, onlar at! Sen? Küçücük çekirgesin lan! Atlarla zıplamayı bırak da gel şurada bir yerde takılalım. Bizim dünyamıza boş yere microcosmos demediler."
Aldırmadım hiç, zaten planım hazırdı. Saat gibi işleyeceğinden şüphem yoktu...
"Zıplama Tahtası"
Aylardır dükkan tek bir iş yapmamıştı. Bir tahtakurusu olarak açtığım marangoz fena iş yapmıyordu ama o sıralar işler pek yolunda değildi. Bir Salı günü çekirgenin biri geldi. Yüksek kalitede malzemeye ve işçiliğe ihtiyacı olduğunu söyledi. Karşılığındaysa istediğim kadar ödeme yapacaktı. Fakat bu yaptığım işten kimsenin haberi olmamalıydı. Tamamen gizli bir planın parçasıydı. Bu yüzden ödemeyi de peşin yapıp dükkandan ayrıldı.
İstediği şey bir zıplama tahtasıydı. Bir çekirgenin zıplama tahtası istemesinden daha garip olan bir şey varsa, o da ne için istediğini söylememesiydi. Sadece üzerine basıp zıpladığında kendisini en az beş at yüksekliğine fırlatabilecek bir zıplama tahtası istemişti.
O tahtayı yapmak için en iyi malzemelerimi kullandım. Günler boyunca hiç dinlenmeden çalıştım ve sonunda tahtanın yapımını bitirdim. Sonra çırağa seslendim...
"Islıkçı? Gel buraya. Şu zıplama tahtasını teslim et, gel. Bırakacağın yer üzerinde yazıyor. Hadi bir koşu git. Kimseye ne götürdüğünü, nereye götürdüğünü söyleme."
"Ağustos Böceği ve Karınca"
Benim adım Islıkçı. Böyle bir lakabı hak etmiyorum aslına bakarsanız. Benim doğam bu. Orada burada dolanır sürekli bir ses çıkartırım. Bu halime hovardalık diyip hoş karşılamayanlar, sürekli bir işe girmemi söyleyip duruyorlar. İşte bu yüzden, bu aralar bir marangozda çalışıyorum. Bizim yaşlı tahtakurusunun marangozu. Hiç fena bir yer değil ama benim yapacağım bir iş de değil.
Geçen gün dükkanın arkasındaki gölegeliğe çekilmiş kestiriyordum. Birden içerden bir ses...
"Islıkçı? Gel buraya. Şu zıplama tahtasını teslim et, gel. Bırakacağın yer üzerinde yazıyor. Hadi bir koşu git. Kimseye ne götürdüğünü, nereye götürdüğünü söyleme."
Hemen yerimden fırlayıp yanına gittim. Siparişi alıp yola koyuldum. Sallana sallana giderken bizim karıncaya rastladım. Yine aynı hikayeyi anlatıyor. Yok neymiş yazın çalışmazsan kışın aç kalırsın... Geçen yıl başımızdan geçen bir olayı anlatan hikayesi, satış rekorları kırıyordu. Dönüp dedim ki;
"Ya karınca bırak bu işleri. Bana anlatma bari. Hikayenin baş kahramanıyım ben. Bu hikayeyi dinleyen tüm hayvan ve insanların ders aldığı, özendiği karakterim be! İşim var beni oyalama, gitmem lazım."
Karınca, buna karşılık;
"Tamam olm, kızma. Hikaye çok tuttu. Bildiğin zengin oldum. Gel biraz konuşalım. Hem bir şeyler yer, içeriz..."
Sohbet, muhabbet derken sipariş geldi aklıma. Hemen yola çıktım ve siparişi bırakacağım yere gittim. Etrfta kimsecikler yoktu. Ortalık toz duman olmuş ama... Atlar koşturuyor ileride. Biraz uzağımda da bir meyve sineği mırıldanıyordu kendi kendime. Tahtayı bir kenara attım ve dükkana döndüm. Usta biraz homurdandı geç kaldığım için. Sonra siparişi teslim ettiğimi öğrenince sakinleşti...
Ne gerek var bu kadar mevzuya hiç anlamıyorum. Herkes bir alem...
"Son"
Çekirgeye ne oldu?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Bence...