-Bir Kaç Yıl Önce-
"Vapura binmeden önce bir sosisli atayım lan!" diyerek büfeye yanaştım. Sosisliyi söyledikten sonra şöyle bir etrafıma bakınıyordum ki.... Öyle ayakta mal gibi duran biri! "Neyse, ben işime bakayım." derken, gözlerini üzerimde hissettim. Ara ara göz ucuyla baktım. Ne zaman baksam gözlerimi yakalıyordu. Ne biçim bir insan, ne biçim bir duruş, nasıl bir karakterdi lan bu? Biraz ürkmüştüm.
Sosisliyi aldıktan sonra ağır adımlarla büfeden uzaklaşıp vapur iskelesine doğru sallanmaya başladım. Arada bir iki ısırık alıp, çaktırmadan arkama bakıyordum. Hala gözleri bana dikiliydi. "Yahu biraz hızlanayım bari. Vapura binip uzaklaşırım. Ağır aksak arkamdan geldiğini anlamadım bile.
Neyse ben vapura binip kendime uyumak için uygun bir yer buldum. Kafamı gömüp uykuya dalmak üzereyken yanıma birinin oturduğunu hissettim. O süngerimsi, yumuşak deri koltuklara biri oturduğunda -hele ki yakınınıza oturuyorsa- içinde biriken havanın alttan basıncını hissediyorsunuz. Böylelikle görmeseniz bile yanınıza oturan kişinin yakınlığını ve ağırlığını az buçuk tahmin edebiliyorsunuz.
Hemen hemen 20 cm uzağıma, yaklaşık 48-52 kg ağırlığında biri oturmuştu. -Sabahları vapurda hep uyurum, hiç gözüm açık gitmedim!- İçimi bir merak, bir huzursuzluk, bir acayiplik kapladı. Biraz hassas olduğum bir konudur. Bir toplu taşıma aracına binersem, çok acayip uyurum. Bu sefer yapamadım, açtım gözlerimi. Kafamı yavaşça sola çevirip yanımda oturana baktım. Yine aynı gözlerle göz göze gelmiştim... Bir an irkilir gibi oldum. Şeytan dürttü mü dersin, götün mü attı dersin bilemem. Bir haller oldu işte. Dayanamadım...
Hemen söze girdim. "Ya arkadaş bi huzur ver. Sosisli aldık rahat bırakmadın, vapura bindik takip ettin, uyuyalım dedik geldin kıçımın dibine oturdun. Nedir lan derdin? Korkutma beni..." dedim. Hemen arkasından ekledim. "Zaten betin benzin atmış. Hasta mısın? Git evine dinlen."
Soğukkanlı bir şekilde, "Neye benziyorum?" diye sordu. Yalan yok, aklımdan ilk geçen şeyi söyledim. "Kusura bakma ablacım Zombi gibisin." dedim. İşte o anda beklemediğim bir şekilde "Evet, ben zaten bir zombiyim. Anlamış olmana çok sevindim." dedi.
Böyle tanıştık işte. Yol boyunca havadan sudan, oradan buradan konuştuk. Zor hayatların varlığını biliyorum ama böylesine zoruyla ilk defa bu kadar yakınlaşmıştım. Duyan bir şey zanneder zombi olmayı. Bildiğin çile oysa...
Böylesine güçlü, dudak uçuklatan bir korku figürüsün ama gel gör ki salyangozdan biraz daha hızlısın. Analitik zeka desen, muafsın zaten. Vücudun, koordinasyon anlamında bir varlık gösteremiyor. Soluk bir renk, vitaminsizlikten acınacak bir hal. Herkes korkuyor ama neyinden korkuyor belli değil. Normal şartlar altında bir zombinin alt edebileceği omurgalı sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Böyle bir hayatı yaşamak, şiir yazıp şarkı söylemekten bile zor geldi bana. Bir şey diyemedim...
Vapur iskeleye yanaşıp, vapurdan indikten sonra "Görüşürüz" diyerek yanından uzaklaşmaya karar vermiştim. İlginç bir diyaloğun öğretileriyle hayatıma devam edecektim. Ama izin vermedi... "Bir saniye!" diyerek gitmemi engelledi.
Sonra,
"Tüm konuştuklarımız bir kenara, herkesin zombilerden korktuğu bir gerçek. Her ne kadar dezavantajlı hallerimiz olsa bile, saldığımız bu korku bizi hayatta tutar. Böyle bir korkunun neden kaynaklandığını, korkanlar daha iyi bilir aslında ama sana bir kere daha anlatmam gerekiyor." dedi.
Devam etti...
"Aslında çirkinliğimiz korkutuyor herkesi. Hem içimiz hem dışımız çirkin bizim. İnsanlar böyle bir çirkinliğin kendilerine yaklaşmasından, bulaşmasından korkuyorlar. Çünkü çirkinliğimiz bulaşıcıdır. İşte bizi zombi yapan ve herkesi korkutan şey budur. Bir kere dokunursak, bir boka benzemez hale gelirsin. Bu hale gelmekle kalmaz, eş-dost ayırt etmeden bu boku bulaştırmaya devam edersin."
Bu esnada ben "Ağzını bozma, konuştuk ettik ama küs ayrılmayalım..." diye araya girdim.
Peki görüşürüz diyerek bana doğru elini uzattı. Kabalık etmemek için aynı şekilde karşılık veriyordum ki, aniden hızlanıp "çart" diye boynumu ısırdı.
"Lan gerçekten hem için hem dışın pismiş. Sen ne yavşak insansın!" dedim. O anda insan olmadığını fark edip, karşımda sırıtmakta olan zombinin gözlerinin içine bakarak devam ettim. "İnsan bile değilsin. Şimdi beni de insanlığımdan ettin. Senin yüzünden fantastik dünyanın en dandik korku karakterlerinden biri olacağım. En niteliksiz süper kahramanlar bile gelip geçip benimle kafa bulacaklar. Yiyeceğim sopanın, uğrayacağım geyiğin haddi hesabı olmayacak. Ama sen dur! Sana inat, en güzelinden bir zombiye dönüşeceğim. O kadar iyi olacağım ki, etrafımdakiler iyiliğimden bayacak, bu yüzden benden kaçacaklar. Yüz karanız olacağım lan"
Hiç bir bok demeden çekip gitti...
Tam o sırada, gözlüklü, temiz yüzlü, saçları dağınık, henüz sakalları yirmili yaşlarında biri yanıma yaklaştı. "Isırılalı ne kadar oldu? Hala kendinde misin?" diye sordu. "Sen kimsin be haydari!" derken, cebinden çıkarttığı iğneyi koluma sapladı...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Bence...